Sevgili okurlarım;
Sabri Abi derinden “Ah evlat” dedi ve ekledi; sanki yüzünde yılların verdiği acı bir gülümseme, hasret, özlem... Derin bir iç çekerek başladı anlatmaya:
"Bak evlat; bizim zamanımızda yokluk çoktu. Ama bu kadar varlık gibi görünen şu zamandaki gibi de varlık içinde yokluk çekmiyorduk. Belki alım gücümüz, belki teknolojimiz yeterli değildi. Lakin maneviyat olarak toktuk. Ahlak vardı, saygı vardı, sevgi vardı, paylaşım vardı. İnsanlar büyüğünü küçüğünü ayrı bir severdi. Bizim zamanımızda hastalıklar bu kadar artmamıştı. Her hastalandığımızda hastaneye koşmazdık. Hele bir yaşlı büyüğümüzü gördüğümüzde ona saygıda, sevgide kusur etmezdik.
Bizim bayramlarımız da, bayramlıklarımız da bir başka olurdu." dedi ve ekledi:
"Belki kıyafetlerimiz yamalıydı, belki şimdiki gibi sofralarda binbir çeşit ürün yoktu ama velakin onların eksikliği, yokluğu bizi o kadar da üzmüyordu. Çünkü biz sofralarımızda eksiklikten ziyade dostumuzun, arkadaşımızın, komşumuzun, ahbaplarımızın eksikliği var ise ona üzülürdük. Biz bölüşmeyi de, merhameti de, dostluğu da, yardımlaşmayı da unuttuğumuz zaman uykularımız kaçardı."
Sabri Abi, yine derin bir “Ah!” çekerek, “Bak evlat…” dedi ve sözlerine devam etti. "Evlat" derken bile dudaklarından çıkan o kelime, günümüz insanının sözleriyle kıyas edildiğinde, "Acaba karşımdakini kırar mıyım?" diye düşündüğünden veya yılların verdiği yaşanmışlıktan olsa gerek, o kadar mütevazı, o kadar sade, candan ve cana yakın bir hitap şekli vardı ki biz ağzından çıkacak diğer cümleleri duymak için sabırsızlanıyorduk.
"Evlat; terazinin bir kefesine bizim zamanımızı, bir kefesine şimdiki zamanı koyduğumuzda, ancak geçen yılların, zamanın kıymetini o zaman anlarız.
Bazen kendi kendime soruyorum: Acaba şimdiki zamanda biz dünyaya gözümüzü açmış olsaydık, şu anki yaşananların bir parçası da biz mi olurduk?" diye kendi kendime sorar dururum.
Bir taraftan da, elimde bir sihirli güç olsa da insanlarımızı o eski bayramlara bir yolculuğa çıkarsam, insanların sevgisini, saygısını, mutluluklarını, neşelerini, birbirine sıkı sıkıya kenetlendiklerini gösterebilsem," dedi.
Sabri Abi, derinden yine bir “Ah evlat…” nidalarıyla kükredi. O ah çekişindeki derin duygu ve düşünce, gözlerinden dökülmesine hakim olamadığı yaşlar, damla damla şakaklarından süzülmeye başladı. Sabri Abi, yıllar yılı öncesine yolculuk yapmıştı.
“Gördüğün gibi evlat,” dedi ve ekledi:
“Bizim zamanımızda haneler cıvıl cıvıldı. Lakin şimdiki zamanda öyle mi? Bu adına huzurevi denilmiş, etrafı duvarlarla çevrili, huzurun hiçbir zaman olamayacağı… Her şey olsa da, kuş tüyü yataklarda yatsan da, sonuçta gece çöktüğü zaman dört duvar arasında kendi kendin ile, yaşanmışlıklarınla baş başasın. Kaç bayram geçti hatırlamıyorum. Ne oğullardan, ne torunlardan haber var. İnsanın da en çok böyle bir zamanda, yalnız, yapayalnız kalması… Verdiği emeklerin karşılığı olarak, ödül gibi düşünülen yalnızlığa terk edilişi,” dedi ve sözleri boğazında düğümlendi.
Sevgili okurlarım;
Bizlerin de artık iki elimizi açıp, başımızı iki elimizin arasına koyup, dünümüzü, bugünümüzü, yarınımızı iyice tartmamız gerekmektedir. Nasıl ki bir şirket sahibi, firmanın muhasebesini yapıyor, ona göre yatırımlarını, geleceğini, işlerini düzenliyor ise; bizler de kendimizi sorgulamalıyız.
Büyüklerin küçüklerden, küçüklerin de büyüklerden öğreneceği çok şey var. Hepsinden önemlisi; sevgi var, saygı var, ahlak var.
Kıymetli okurlarım;
Sabri Abi de isterdi çoluk çocuğu, torunları, gelinleriyle hep beraber güzel bir bayram geçirebilmeyi. O da isterdi, harca harca bitmeyen emekli maaşından torunlarına, gelinlerine veya kapıyı tıklatan “Sabri Dede, nice bayramlara!” diyen komşu çocuklarının sesleri eşliğinde elini cebine atıp onlara bayram harçlıkları verebilmeyi…
Sevgili okurlarım;
“Keşke” demeden önce, önceliklerimizi belirlemeliyiz. Hayat şartları zor, geçim sıkıntısı var ve bu durum var olmaya da devam edecek gibi gözüküyor. Geçim sıkıntısını düşünürken diğer taraftan da değerlerimizi, örflerimizi, adetlerimizi, geçmişimizi unutup tarihin tozlu raflarına öksüz bir şekilde bırakmamalıyız. Her daim terazi dengesini gözetmeliyiz. Geçmişimize de sahip çıkmalı, geleceğimize de sahip çıkmalıyız. Geleceğimizi başkaları değil, biz yönetmeli; nesillerimize sahip çıkmalı, onların da yarın bizim yaşımıza geldiğinde “Ah, o eski bayramlar…” demesine zemin hazırlamamalıyız.
Kıymetli okurlarım;
Bir sonraki yazımızda buluşmak üzere diyorum. Sürç-i lisan ettik ise affola. Dilek, istek ve şikayetlerinizi ekteki mail adresine yazmanız beni mutlu edecektir.
Her gününüz, bir önceki gününüzden daha güzel geçsin. Hoşça kalınız, dostça kalınız, Kapaklı Gazetesi’nde kalınız.