Vakit öğleni çoktan geçmişti… Ağacın gölgesinde öylesine derin sohbetlere dalmışız ki vakit, su misali önümüzde akıp gidiyordu. Rüzgâr hafif hafif esiyor, dut ağacının dallarının hışırtısı iyiden iyiye kendini hissettiriyordu.
Sabri Abi derin bir iç çekişten sonra Celil’e dönerek:
— Latif… dedi, onu da bir görüp vedalaşıp ondan sonra yola çıkarız.
Anladık ki artık kasabaya veda zamanı gelmişti. Yavaştan toparlandık, eşyalarımızı araca koyduk. Kasabaya vedadan önce Sabri Abi’nin eviyle, anılarıyla, dut ağacıyla vedalaşması gerekliydi… Yıllar boyunca her anısında, her sohbetinde bu ağacın gölgesi vardı. Bastonunu dizine dayayarak durdu, gözlerini yavaşça kapattı, derin bir nefes aldı.
— Evlatlar… burada dururken insan geçmişini hisseder, dedi. O gölge çocukluğumuzun sesi, gençliğimizin nefesi. Her yaprak bir hatıra, her dal bir hikâye. Kasaba artık değişti ama anılar hep bizimle kalacak.
Sabri Abi dut ağacına dokunarak sanki kasabaya veda edercesine fısıldadı:
— Hoşça kal eski dostlar… Bir daha nasıl ve ne zaman geliriz bilemiyorum. Belki de bu son vedadır. Şu an için seni terk ediyoruz ama hatıralar gönüllerde yaşayacak…
Her veda zordur; öyle de oldu. Kolay değil… Neredeyse bir ömüre yakın anılardan kopmak, küllenen közü yeniden alevle buluşturmak gibi bir şey. Yavaştan araca doğru yönelirken Sabri Abi ile göz göze geldik. Gözlerden damla damla yaşlar istemsizce akıyordu. Boğuk sesiyle Celil’e döndü:
— Beni arkadaşımın kabrine götür. Çocukluk arkadaşımla da dertleşmek istiyorum…
Kasabayı arkamızda bırakarak kabristanlığa yöneldik. Tozlu yolları aşarak nihayetinde Sabri Abi ile Latif’i buluşturma noktası olan kabristanlık kapısında araç durdu.
— Celil evlat, bize Latif’in ebedi istirahatgâhını gösterir misin?
Kabrin yanında durup dualar okundu. Sabri Abi başı önde, Celil de yanındaydı; geçmişten günümüze hatırlatmalar yaptı. İnsan Kaybettiklerini hatırlamalı… Her kabir bir ders, her sessizlik bir hikâye taşır. Unutmayın, geçmişi bilmeden gelecek kurulmaz. Arkadaşıyla vedalaşması için Sabri Abi’yi yalnız bıraktık.
Bir müddet sonra araçtaki yerimizi aldık. Sabri Abi, kasabayı tepeden gören kabristanlık çıkışından son bir kez gözüyle her köşeyi kuş bakışı taradı. Sonra tekrar döndü, Latif’in mezarını uzun uzun süzdü, başını sallayarak vedasını yaptı. Vakit gelmişti; yola koyulduk. Uykuya dalmışçasına kimsenin ağzını bıçak açmıyordu…
Epeyce bir yol gittik. Biraz mola için yolumuzun üzerinde bir şehir merkezinin içlerine doğru girip bir kahvenin önünde çay molası verdik. Aracımızı kahvehane önüne park ettik ve boş bir masaya oturduk. Kahvehane sahibine çaylarımızı söyledik.
Beklerken Sabri Abi gözlerini içeride tavla oynayan ve telefonlarından dünyayı izleyen gençlere doğru uzun uzun baktı. Derin bir iç çekişten sonra bize döndü:
— Bizim zamanımızda kahvehaneler oyundan ziyade çoğunlukla sohbet yeriydi. Şimdilerde çoğunluğun elinde birer telefon… Toplum kendi kendine iyice yalnızlaştırmış. İnsan elindeki aletin esiri olmamalı; dengelemeyi bilmeli…
Gençler bana kızmasın diye de ekledi:
— Gençlik değişti, toplum değişti ama insanın özü aynı yerli yerinde. Teknolojiyi yerinde kullanırsan seni besler; ama gereksizce, sürekli gözün kulağın elin onda olursa senden çok zamanlarını alır, farkında bile olamazsın.
O esnada çaylarımız geldi. Çayından bir yudum aldıktan sonra kaldığı yerden sözlerine devam etti:
— Bizim zamanımızda bir radyo bile koca bir kütüphane ile eş değerdi. Şimdi bakıyorum da her şey elimizde… Önemli olan neyi, nasıl ve ne şekilde kullandığımız.
Kısa süreli molamızda Sabri Abinin engin bilgilerinden istifade ettik. Son çaylarımızı da yudumladıktan sonra artık gitme vakti gelmişti.
Celil, o esnada söze girdi:
— Bu gece hatta uzun yıllarca seni evimde ağırlamak istiyorum. Sen bana babamın emanetisin, lütfen beni kırma. Huzurevine göre bizim kasaba daha yakın.
Demesine rağmen Sabri Abi başını hafifçe salladı:
— Evlat, kimseyi rahatsız etmeden huzurumu sürdürmek isterim. Teklifin için yine de teşekkür ederim demeyi ihmal etmedi.
Anlaşılan o ki Sabri Abi, kendi yurdu olarak benimsediği ikinci hanesi olan huzurevine gitmekte kararlıydı. İkna başarısız olunca Celil başını öne eğdi; “keşke kabul etseydin” der gibi…
— Üzülme… Yol boyunca konuşmak bana yetiyor. Arada ziyaretime de gelirsin, ben daha ne isterim ki…
Tekrardan araca bindik. Yol boyunca Sabri Abi gözlerini pencereden dışarıya gözlemekle meşguldü. Yoldan geçen çocukları, vasıtaları, gökyüzüne doğru uzayıp giden minareleri geçmiş ile kıyaslayıp bize anlatıyordu.
Mola verdiğimiz kasabadan henüz ayrılmamıştık. Bağlantı yoluna bir hayli vardı. Şehir içlerine doğru bir taraftan yolumuza devam ediyorduk. Bir ara Sabri Abi’nin bir yerlere dikkat kesildiğini fark ettim. Kağıt toplayıcısı bir çocuğu yol kenarında kartonları toplarken gördü:
— Bize dönerek; biraz önce gördüğümüz o çocuk belki telefon kullanmıyor, belki oyun oynamıyor ama çuvalındaki yükü taşıdığı gibi hayatını da taşıyor. Şu an bu çocuğun okulunda okuması gerekli. Belli ki çok ihtiyacı var. Belki de okul ihtiyaçlarını karşılamak için bu yola başvurmuş. Yine de ne olursa olsun bir çocuğun yeri okuludur. Okumak olmalı; vatana, millete faydalı bir birey olmalı…
Hafifçe bastonunu dizine dayayıp gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı:
— Bizim kasabada Semih vardı. Gündüzleri bağ bahçede çalışır, akşamları ise çalışarak aldığı kitapları okurdu. Bir de küçük bir radyosu vardı. Bir taraftan okur, diğer taraftan radyodan bir şeyler dinler, kulak kesilirdi. O zaman kimse anlamazdı ama o azimli, mücadele ruhu bir delikanlıydı. Onun akranları oyun oynama derdine düşerken kaç sefer şahit olduğumu hatırlamıyorum. Oyuna çağırırken “Siz oynayın, benim işlerim var” deyip onları hep geçiştirirdi. Odasına çekilir, saatlerce oradan çıkmazdı. Bir ara duydum, çok da yakın tarih sayılmaz, öğretmen olmuş dediler. Okumaktan, öğrenmekten zarar gelmez ama neyi okuduğunu, neyi öğrendiğini de bilmen gerekli. Sana zarar verecek her bilgi, yanlış bilgidir…
Geçen yolculuğun ardından birkaç dakika sonra huzurevine vardık. Bugün de bütün vedalar üst üste gelmişti. Sabri Abi ile vedalaşmadan önce son kez bir molada huzurevi bahçesinde vermeye karar verdik. Sabri Abi anlatma bilgisini paylaşmaya doymuyordu. Biz de o anlattıkça can kulağıyla dinliyorduk:
— Unutmayın… Hayat her gün yeni bir sayfa. Bugün yeni yaşananlar o sayfaya yazılır. İnsanda öyledir; birbirine dokunmayı bırakırsa yazacak bir şey olmaz.Siz siz olun, yeniliklere küsmeyin, onlara yön veren olun…
Veda çaylarımızı da içtikten sonra Sabri Abi:
— Bugün ben epey yoruldum. Artık odama çıkıp dinlenmek istiyorum… diyerek ağır adımlarla girişe doğru yürüdü ve gözden kayboldu.
Biz de Celil ile vedalaştık. Bir sonraki buluşmamızda görüşmek üzere diyerek ayrıldık.