Kıymetli okurlarım, mevsim geçişlerinden mi, yoksa havanın bir ısınıp bir soğumasından mı bilinmez… Belki de geçen hafta çok yoğun ve tempolu geçtiğinden midir, bugünlerde bünyemde bir yorgunluk, bir kırgınlık hissediyordum. Buna rağmen, her hafta olduğu gibi bu hafta da Sabri abiye doğru yola çıktım.
Günlerden perşembeydi. Nihayet huzurevi binasından içeri girdim. Huzurevi sakinleri, artık her hafta gele gide yüzümüze aşina olduklarından, karşılaştığımız görevlilerle selamlaştık, tokalaştık, hal hatır sorduk ve neticesinde Sabri abinin olduğu kata ulaştım. Kapıdan içeri girdim. Bugün çok fazla bir kalabalık yoktu; gelen ziyaretçileri saysanız iki elin on parmağını geçmeyecek kadardı.
Yok demişken… Bir de ne göreyim; Sabri abi yine her zamanki yerinde yok. “Bu sefer yine ne sürprizin peşinde acaba?” diye düşündüm. Diğer taraftan da, “Ya öyle değilse?” diyerek telaşla müdür beyin odasına yöneldim. Kapıyı vurup vurmadığımın bile farkında olmadan içeri daldım ve sordum:
— Sabri abiye bir şey mi oldu, müdür bey?
Hüzünlü ve zoraki bir tebessümle açıkladı:
— Biraz rahatsızlandı. İki gün önce hastaneye götürdük, şimdi gözlem odasında. Durumu iyi. Hatta sizi sordu; “Geldiğinde yerimde bulamazsa telaşlanır, üzülür,” diye söylemişti.
Müdür bey ile birlikte huzurevinin gözlem odasına vardık. Kapıyı açar açmaz göz göze geldik. O hasta haliyle yatağında doğrulmaya çalışıyordu.
— Evladım, sen yine geldin ha? Beni yalnız bırakmazsın, değil mi? dedi.
O hasta haliyle bu sıcaklık ve kibarlık içimi ısıttı. Doktor bey ile konuşup Sabri abi hakkında bilgi aldım. Doktor, “Sizi gördüğünde kendini daha iyi hissedecek. Ben sizi baş başa bırakayım,” diyerek odadan çıktı. Müdür bey de yanında gitti.
Bir müddet sessizlik oluştu. İçimden, “Acaba bugün kendisini yormasak mı?” diye düşünürken, Sabri abi söze girdi:
— Evlat, biz eski toprağız. Öyle korkulacak bir şey yok. Birkaç güne hiçbir şey olmamış gibi iyileşirim. Bunlar olağan, normal şeyler…
Usulca yatağından kalktı. Hemen yanında duran bastonunu eline aldı, hafifçe sallayarak pencereye yöneldi. Dışarıyı izlerken konuştu:
— Evladım, bak… Bu cadde bir okul gibidir. Herkes bir yol çizmiş kendine. Önemli olan, kendi yolunu başkalarının üzerinden geçmeden yürüyebilmektir. İnsanlar sabah güneşi gibidir. Bazıları sessizce parlamayı sever, bazıları ise ışığını herkese göstermek ister. Asıl önemli olan, ışığını başkasının gözünü almadan kullanmaktır.
Bu sözlerinden sonra derin bir nefes aldı. Sanki geçmişe bir yolculuğa çıkıyormuş gibi başucundaki çekmeceyi açtı ve içinden eski bir fotoğraf albümü çıkardı. Sayfaları usulca çevirirken gözleri parladı.
— Bak, bu resimde kasabada çocuklarla oynarken çekilmişim. O zamanlar paylaşmak çok kolaydı. Şimdi insanlar paylaşmayı unuttu; hep bir çıkar, hep bir hesap peşinde. Evlat… Küçük mutlulukları paylaşmak bile güveni ve sevgiyi çoğaltır. Gökyüzüne bakmak yetmez; bazen içimizdeki karanlığı da aydınlatmayı öğrenmeliyiz.
Bir süre fotoğraflara baktı, sonra albümü kapattı. Gözlerini bana çevirip, derin bir nefes alarak başka bir konuya geçti:
— Evlat, sabahları pencereyi açıp ciğerlerimi temiz havayla doldururum. Hava ne kadar soğuk olursa olsun, temiz hava ruhu besler. İnsanoğlu da tıpkı hava gibi temiz ve açık fikirli olmalı. İşi ehline bırakmalı. Kendi menfaati için başkalarını peşinden sürüklememeli. Unutma, başarı ancak hep birlikte olduğunda anlamlıdır.
Sonra yüzünde bir tebessüm belirdi. Bastonunun ucunu bana dokundurup hafifçe kahkaha attı:
— Evladım, bazen gülmek gerekir. Kahkaha bile bir ders verir. Kendini aşırı ciddiyetle sarıp sarmalarsan, hayatın tadını kaçırırsın.
Bir anlık gülüşün ardından yüzü yeniden ciddileşti. Derin bir bakışla devam etti:
— Amaç insanlığa sevgiyi, doğruyu, dürüstlüğü, ahlakı ve güveni aşılamaksa… Neden güvensizlik için çaba gösteriliyor? Birlikte aynı hedefe yürümek varken, neden sadece kendi arzu ve heveslerini ön plana çıkarma eğilimine düşerler? İşe yatkın olmadıkları halde, ehil olanlarla yürümeyi neden seçmezler? Halbuki birlik ve beraberce, birbirlerinin haklarına ve düşüncelerine riayet etseler… Daha yaşanabilir bir dünya olmaz mı? Başarıyı hep birlikte göğüslemek bu kadar mı zor?
Sonra sözlerine adeta bir ders kitabı gibi nokta koydu:
— İyi insanların kati kurallara ihtiyacı yoktur; onların empati yetenekleri kuvvetlidir. Toplum olarak empati yeteneğimizi geliştirmeye ihtiyacımız var.
Ve son olarak şu cümleyi söyledi:
— Evlat, hayat insanlara güven vermekle başlar. Bu yüzden empatiyi bilmemiz gerekir. Sen, sen ol, insanları araştırmadan yargılama. Sözlerin ve davranışların yüreğine dokunur; farkında olmadan karşındakini incitebilirsin.
Sevgili okurlar… Sabri abinin sözlerinden ve gözlemlerinden çıkardığım en büyük ders; empati yeteneğimizi kaybetmemek, birbirimize güvenmek ve paylaşmayı öğrenmek oldu.
Bugün de bize ayrılan sürenin sonuna geldik. Mutluluklar, sevgiler paylaştıkça çoğalır. Paylaşmayı ihmal etmeyin… Kendi kurallarınızın dışına çıkarak empati yeteneği edinmeyi unutmayın.