Muhtarlık, aslında yerel yönetimin en temel taşı, vatandaşla devlet arasındaki ilk temas noktasıdır.
Ancak bugün, ne yazık ki bu kutsal görev, bazı kişiler için bir “gelir kapısı” ya da “makam süsü” haline gelmiş durumda. Oysa muhtarlık; oturduğu koltuktan güç devşirmek için değil, o koltuğa hizmet taşımak için vardır.
Muhtar, mahallesinin gözü, kulağı ve sesi olmalıdır. Ancak kimi muhtarlar bu sorumluluğu unutmuş gibi görünüyor. Vatandaş derdini anlatmak için kapısını çaldığında, o kapı kilitliyse, orası artık muhtarlık değil; terk edilmiş bir binadır.
Muhtarlık, çalışma saatleri içerisinde kapısı kapanacak bir yer değildir. Halkın hizmet almak için geldiği, sorununa çözüm bulmak istediği bir makamdır. Kapısına kilit vurulan, vatandaşa sırtını dönen bir muhtar, o koltuğun hakkını veremez.
Bazı muhtarlar, bu görevi “ek gelir” ya da “yan meslek” olarak görme hatasına düşüyor. Oysa muhtarlık, mesai dışında yürütülecek bir iş değil; tam zamanlı bir sorumluluktur. “Hem kendi işimi yapayım hem muhtarlığı arada idare ederim” anlayışı, halkın güvenini sarsar. Vatandaş, sorununa çözüm ararken muhtarını işyerinde değil, görev yerinde bulmak ister.
Muhtarlık maaşla ölçülecek bir iş değildir; gönülle yapılır. Ancak bugün, birçok mahallede muhtarlık tabelasının ardında “boş koltuklar” görüyoruz. Çünkü makam var ama hizmet yok.
Muhtar, halkın içinden çıkar; halkın hizmetindedir. O koltuğa oturmak, o mahalleye söz vermek demektir. Sözünü tutmayan, vatandaşını unutan bir muhtar, sadece güven değil, temsil ettiği makamın saygınlığını da kaybeder.
Bu yüzden muhtarlık, “siyasi hedeflerin anahtarı” değil; vicdanla yapılan bir görev olmalıdır.
Muhtarlık; “makamda oturmak” değil, “mahallesiyle yaşamak” mesleğidir. Eğer makamda sen yoksan, halk seni zaten çoktan unutur. Çünkü halkın gönlünde yer edinmek, tabelada isim yazdırmaktan çok daha zordur.