Özel Görelilik kuramı, Albert Einstein'ın 1905 yılında ortaya koyduğu, biliminin temellerini sarsan ve evreni algılayış biçimimizi kökünden değiştiren bir teoridir.

Zaman ve mekânın mutlak olmadığını, gözlemciye bağlı olarak değişebildiğini öne süren bu kuram, yalnızca fizikçilerin değil, felsefecilerin ve sıradan insanların da ilgisini çekmiştir. Kuramın temel bakış açısını “Her şey görecedir” diye özetleyebiliriz sanırım.

Özel görelilik kuramı, temelde iki varsayıma dayanır:

1-Doğa yasaları tüm eylemsiz gözlemciler için aynıdır.

2-Işık hızı boşlukta tüm gözlemciler için sabittir ve hiçbir cisim ışık hızını aşamaz.

Bu iki önerme, zamanın yavaşlaması, uzunlukların kısalması ve eşzamanlılığın göreliliği gibi kavramların hayatımıza girmesine neden olmuştur.

Zaman ve Mekânın Göreliliği

Eskiden, “Zaman akıp gider” der, zamanı akarsuya benzetirdik. Oysa özel görelilik, zamanın herkes için aynı hızda akmadığını, hareket eden bir gözlemci için yavaşladığını göstermiştir. Örneğin, çok hızlı bir uzay gemisiyle yolculuk eden birinin saati, dünyadakine göre daha yavaş ilerler. Bugün GPS uydularının çalışmasında, parçacık hızlandırıcılarında ve hatta bazı elektronik cihazlarda bile önemli rol oynar. GPS uyduları hem özel hem de genel göreliliğin öngördüğü zaman farklarını hesaba katmadan çalışamaz. Yani, cebimizdeki akıllı telefonun haritasına ulaşmamızı bile Einstein’ın bu öngörüsüne borçluyuz.

Zaman ve mekânın göreceliğinin daha anlaşılır olması için, hayalinizde canlandıracağınız bir hikâyeye ihtiyacım var. Hikâyenin senaryosu şöyle…

1.Zıt yönde ve 90 km hızla giden Cumhuriyet ve Demokrasi isimli iki trenimiz var.

2. Cumhuriyet treninde Mustafa, Demokrasi Treninde ise Kemal adlı yolcularımız var.

3. Her iki treninde geçeceği Ankara garında Evrim adlı yolcumuz bekliyor.

Şimdi, Özel Görelilik Kuramına göre, zaman ve mekânın nasıl göreceli olduğunu inceleyelim.

Zıt yönde yolculuk yapan Mustafa ve Kemal, hız dedektörü ile birbirini hangi hızla geçtiklerini gözlemlerse hızlarının 180 km olduğunu göreceklerdi. Ancak, her ikisi de garda bekleyen Evrim’i 90 km hızla geçildiğini gözlemleyecektiler.

Evrim ise, hız dedektörü kullanmış olsaydı, zıt yönde de olsa, Mustafa ve Kemal’in kendisinden 90 km hızla uzaklaştığını tespit edecekti. Yani zaman ve mekânın göreceli olduğunu bize söyleyeceklerdi.

Özel görelilik kuramı, bilimin “kesin” ve “değişmez” olarak gördüğü birçok kavramı sorgulamamıza neden oldu. Zamanın ve mekânın mutlak olmadığını, her şeyin bir bakıma “göreli” olduğunu öğrendik.

Özetle, Einstein’ın özel görelilik kuramı yalnızca fizik kitaplarında kalacak kuru bir bilgi değil; günlük yaşantımızı, teknolojimizi ve hatta düşünce biçimimizi şekillendiren bir kilometre taşıdır. Bilim, bazen bir çobanın bile gökyüzüne bakıp hayal kurmasından doğar.

Belki de görelilik, “Her başa bir akıl, her göze başka bir bakış açısı” atasözümüzü bilimsel bir gerçeklikle buluşturdu desek sanırım abartı sayılmaz.