Evrenin sonsuz büyüklüğü karşısında, Galaksimizin dahi bir kum tanesi kadar büyüklüğü tartışmaya açıkken, yaşamın sadece küçük mavi gezegenimizde filizlenmiş olup olmadığı hep merak konusu olmuştur. Bu sonsuzlukta gerçekten yalnız mıyız? Dünya’daki yaşam çeşitliliğini düşündüğümüzde, başka gezegenlerde de hayat barınabilir mi?
Evrende Başlangıcın ve Sınırın Ötesinde:
Modern fizik ve kozmoloji, evrenin yaklaşık 13,8 milyar yıl önce Büyük Patlama ile başladığını öne sürse de, bu başlangıcın öncesine ya da evrenin kesin boyutuna dair kesin bilgi hâlâ elimizde yok. Belki evrenimiz birden fazla evrenden oluşan “çoklu evrenlerin’ sadece bir halkasıdır, belki de sonsuz bir sonsuzlukta bir damladır.
Kozmolojik ölçekte bakıldığında, milyarlarca galaksi, her birinde milyarlarca yıldız ve her bir yıldızın çevresinde dönüp duran sayısız gezegen… Bu akıl almaz büyüklük ve çeşitlilik, yaşamın sadece Dünya’ya özgü olup olmadığına dair merakımızı haklı çıkarmıyor mu?
İsterseniz bu merakımıza, bilinenler üzerinden sorgulamalar ve kıyaslamalar yaparak ışık tutmaya çalışalım.
Dünya’daki Yaşamın Çeşitliliği:
Bakterilerden devasa balinalara, ormanlardan çöllere kadar gezegenimizde yaşamın ulaştığı çeşitlilik, canlıların neredeyse her ortamda var olabileceğini göstermiyor mu? Derin okyanus hendeklerinde, Güneş ışığından tamamen yoksun ortamlarda yaşayan bakteriler, Antarktika'nın donmuş topraklarında çoğalan mikroorganizmalar veya volkanik kaynakların etrafında gelişen canlılar… Dünya’daki yaşam, sıra dışı çevre koşullarına uyarlanma konusunda fazlasıyla esnek ve yaratıcı değil mi?
Peki, canlılardaki bu adaptasyon yeteneği, evrende başka yaşam formlarının da var olabileceğine işaret ediyor olabilir mi? Dünya’daki aşırı koşullarda yaşamını sürdüren canlılar, yaşamın sanılandan çok daha geniş bir yelpazede mümkün olabileceğini göstermiyor mu? Bu da yaşamın tesadüfi bir anomali değil, evrenin doğal işleyişinin bir sonucu olabileceği fikrini güçlendirmiyor mu?
Evrenin Sonsuzluğunda Yaşam Arayışı
Dünya dışında yaşam arayışındaki temel çıkış noktası, dünyamızda yaşamı mümkün kılan koşulların başka bir yerde tekrarlanıp tekrarlanamayacağı sorusu. Su, karbon bazlı moleküller, enerji kaynağı… Bunlar Dünya’daki yaşamın temel taşları. Gelişen astronomi ve astrobiyoloji sayesinde, “yaşanabilir bölge” (habitable zone) kavramı ortaya çıktı. Bu bölge, bir yıldızın etrafında, suyun sıvı halde bulunabileceği bir mesafeyi tanımlar.
Şu ana kadar binlerce ötegezegen keşfedildi ve bunlardan bazıları, büyüklükleri ve yıldızlarından uzaklıkları itibariyle yaşama ev sahipliği yapabilecek potansiyele sahip. Örneğin, TRAPPIST-1 sistemi, Dünya büyüklüğünde ve yaşanabilir bölgede bulunan birden fazla gezegen barındırıyor. Ayrıca, Satürn’ün uydusu Enceladus ve Jüpiter’in uydusu Europa gibi, Güneş Sistemi’mizdeki bazı gök cisimlerinde buzun altında sıvı su okyanuslarının varlığı düşünülüyor; bu da yaşam ihtimalini gündeme taşıyor.
Yaşam Kavramını Yeniden Tanımlamak: Karbonun Ötesi
Dünya dışı yaşamın mutlaka bizim bildiğimiz biçimlerde olması gerekmiyor. Belki karbon yerine silikon temelli, belki sıvı su yerine amonyak ya da metan kullanan bambaşka biyokimyalara sahip canlılar evrende bir yerlerde olması mümkün değil mi?. Bugünkü teknolojimiz ve bilimsel önyargılarımız, yaşamı sadece bizim bildiğimiz formlara indirgese de evrenin sonsuz olasılıkları içinde hayal gücümüzün çok ötesinde yaşam biçimleri olabilir.
Çoklu evrenler veya paralel evrenler teorisi, sadece bizim evrenimizin değil, başka evrenlerde de bambaşka fizik yasaları ve yaşam formlarının ortaya çıkabileceğini öne sürüyor. Eğer yaşam bir tür kozmik olasılıksa, belki de varlığı kaçınılmaz değil mi?
Bununla birlikte, bugüne kadar net bir kanıt bulamamış olmamız, evrende yalnız olduğumuz anlamına gelmez.
Evrende yalnız olup olmadığımız sorusu, yalnızca bilimsel bir merak değil; aynı zamanda felsefi, kültürel ve varoluşsal bir sorun. Belki de evrenin sessizliği, yalnızlığımızın değil, anlamaya henüz hazır olmadığımız bir kozmik zarafetin göstergesidir.
Sonuçta, başlangıcı ve boyutları bilinmeyen bir evrende, yaşamın sadece Dünya’ya özgü olduğuna inanmak, bana göre hem evrenin görkemini hem de yaşamın çeşitliliğini ve adaptasyon yeteneğini küçümsemek olmaz mı?
Ve işte bu yüzden, geceleri gökyüzüne baktığımda, “Acaba oralarda nasıl yaşam biçimleri gelişmiş ve gelişmeye devam ediyor?” diye sormaktan kendimi alamıyorum.