Son yıllarda küresel siyaset, alışılmış güç dengelerinin ötesine geçerek yeni bir harita çizme arzusuyla şekilleniyor. ABD, İsrail ve Rusya gibi aktörler, doğrudan askeri çatışmalardan kaçınarak, bölgesel ve dini unsurları öne çıkaran stratejilerle dünya düzenini yeniden tasarlama peşinde. Bu süreçte Ortadoğu, Kuzey Avrupa ve Ukrayna gibi kritik bölgeler, küresel paylaşımın merkezinde yer alıyor.
ABD ve İsrail'in Ortadoğu Politikaları: Kürt ve Din Kartlarının Kullanımı
Ortadoğu'daki jeopolitik mücadelede ABD ve İsrail’in en çok başvurduğu araçlardan biri, etnik ve dini kimlikler üzerinden bölgeyi yeniden şekillendirmek. Kürt kartı özellikle Irak, Suriye ve Türkiye üçgeninde, ABD'nin bölgesel çıkarları doğrultusunda sıkça gündeme geliyor. Bu strateji, bölgedeki sınırların ve iktidar yapılarını sarsma potansiyeline sahip. Din kartı ise, bölge ülkelerinde mezhepsel ayrışmaları derinleştirerek, toplumsal kutuplaşmayı artırıyor. İsrail’in bu süreçteki rolü ise hem güvenlik kaygıları hem de tarihi emelleriyle, ABD ile eşgüdümlü biçimde Ortadoğu’nun siyasi ve demografik yapısını dönüştürme hedefiyle öne çıkıyor.
Büyük İsrail Projesi: Tarihsel ve Güncel Boyutlar
Büyük İsrail projesi, İsrail’in tarihi kaynaklara dayanan genişleme hedeflerinin modern siyasetle buluştuğu noktada şekilleniyor. Bu projede, dini motifler ve bölgesel ittifaklar ön plana çıkarken, özellikle ABD'nin politik ve askeri desteği belirleyici rol oynuyor. İsrail’in ‘güvenli sınırlar’ söylemiyle meşrulaştırdığı bu hamleler, Filistin meselesinden Lübnan’a, Suriye’den Ürdün’e kadar geniş bir coğrafyada yankı buluyor. Günümüzde ise bu proje, doğrudan askeri müdahalelerden ziyade, yerel aktörler ve kimlikler üzerinden yürütülen bir nüfuz mücadelesine evrilmiş durumda.
Rusya'nın Kuzey Avrupa ve Ukrayna Üzerindeki Stratejik Hamleleri
ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki politikaları karşısında Rusya, Kuzey Avrupa ve Ukrayna’da kendi haritasını çizme arayışında. Ukrayna kriziyle başlayan süreç, Baltık ülkeleri ve Polonya üzerinden Avrupa'nın güvenlik mimarisini sarsıyor. Rusya, askeri güç göstermenin ötesinde, enerji politikaları, siber operasyonlar ve bölgesel ittifaklar yoluyla nüfuzunu artırıyor. Bu hamleler, Avrupa’da yeni bir ‘etki alanı paylaşımı’ tartışmasına yol açarken, NATO ve AB’nin stratejik reflekslerini de sınamaya devam ediyor.
ABD, İsrail ve Rusya: Savaşsız Paylaşım Politikaları
Küresel aktörler, doğrudan savaşa girmeden, vekalet savaşları, ekonomik yaptırımlar ve diplomatik baskılarla çıkarlarını maksimize etme yolunu seçiyor. ABD ve İsrail, Ortadoğu’da Kürt ve din kartlarıyla bölgeyi yeniden dizayn etmeye çalışırken; Rusya, Avrupa’da kendi nüfuz alanını genişletiyor. Bu stratejiler, klasik savaşın yerini, çok katmanlı ve çok aktörlü bir paylaşım dinamiğine bırakıyor. Ülkeler, askeri çatışma risklerini minimize ederek, bölgesel ve küresel çıkarlarını koruma derdinde.
Olası Sonuçlar: 3. Dünya Savaşı mı, Yeni Bir Paylaşım mı?
Yaşanan gelişmeler, ‘üçüncü bir dünya savaşı’ endişesini gündeme getirirken, mevcut tablo daha çok ‘savaşsız paylaşım’ dönemini işaret ediyor. Küresel güçler, doğrudan cephe savaşlarından kaçınarak, bölgesel krizler ve vekalet savaşları üzerinden alan kazanıyor. Bu süreçte, yeni haritaların çizilmesi, ulusal sınırların ve kimliklerin yeniden tanımlanması ihtimalini artırıyor. Ancak, tarihin bize öğrettiği gibi, güç dengeleri sürekli değişirken, kalıcı barış ve istikrarı sağlamak için diplomasinin ve uluslararası iş birliğinin önemi her zamankinden daha fazla öne çıkıyor.
Sonuç ve Değerlendirme
ABD, İsrail ve Rusya’nın küresel paylaşım stratejileri, doğrudan savaşın ötesinde, çok boyutlu ve karmaşık bir mücadeleyi beraberinde getiriyor. Ortadoğu’da Kürt ve din kartlarının kullanımı, Avrupa’da Rusya’nın stratejik hamleleri, yeni dünya haritalarının çizilmesi sürecinde kritik rol oynuyor. Bu dinamikler hem bölgesel hem de küresel düzeyde, güç dengelerinin yeniden şekillenmesine yol açarken, barışın ve istikrarın geleceği açısından da önemli soru işaretlerini gündeme taşıyor. Sonuç olarak, tarafsız ve eleştirel bir bakışla, yeni dünya düzeninin şekillenmesinde, aktörlerin stratejik tercihleri kadar, uluslararası toplumun ortak değerleri ve iş birliği kapasitesi de belirleyici olacaktır.

