Kapaklı Gazetesi - Üniversitelerdeki mobbing iddialarına değinen CHP Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer, “Devletin her kademesi için aranan tek ölçüt sadakat. Kimse liyakate bakmıyor. Rektörler de bu düşüşten nasibi aldı.” dedi.

Veliler aile içi iletişim konusunda bilgilendirildi Veliler aile içi iletişim konusunda bilgilendirildi

AK Partili eski milletvekillerinin ve belediye başkan aday adaylarının rektör yapıldığını söyleyen Milletvekili Yüceer, açıklamasında liyakat vurgusu yaptı. Üniversitelere siyasetin bulaştığını iddia eden Yüceer, eğitim kalitesinin de düştüğünü belirterek: “Bu kurumlarda çeşitli unvanlarda 184 bin 350 akademisyen çalışmakta. Üniversitelerimiz akademik başarıları ve bilime yaptıkları katkıyla değil, soruşturma ve mobbing olayları ile kayyım rektörlerin yandaş atamalarıyla gündemde. Üniversiteler Cumhuriyet tarihinin en kötü günlerini yaşıyor. Siyasi baskı kurumları felce uğrattı. Öğretim üyeleri susuyor. Adrese teslim atamalar akademik kaliteyi aşağı çekmekte. Plansızlık nedeniyle kapanan bölüm ve programlar pek çok anadolu üniversitesini hayalet kurumlara çevirdi. Ama bu sonuç şaşırtıcı değil. Özgürlüğün olmadığı yerde ot bile yetişmez. Tek adam rejimi üniversiteleri kimliğinden uzaklaştırdı. Akademisyenler kan ağlıyor.” dedi.

“KAYYIM REKTÖR FELAKETİ”

Rektörlük seçimlerinin kaldırılmasının yanlış olduğunu ifade eden Milletvekili Yüceer, “29 Ekim 2016’da 676 sayılı KHK ile rektörlük seçimleri kaldırıldı. Bu karar yükseköğretim sisteminde ciddi bir çöküş ve yozlaşma sürecini beraberinde getirdi. Partili Cumhurbaşkanı parti referansıyla rektör atamaya başladı. Eski AK Parti Milletvekilleri rektör yapıldı. Melih Bulu gibi sayısız örnekte görüldüğü üzere AK Parti milletvekili ve belediye başkan adayları, aday adayları üniversiteleri idare eder hale geldi. Parti bağının tek referans olduğu bu çarpık düzende önce rektörlerin, ardından da o rektörlerin yönettikleri üniversitelerin akademik kalitesi hızla düştü. Balık baştan kokar. Devletin her kademesi için aranan tek ölçüt sadakat. Kimse liyakate bakmıyor. Rektörler de bu düşüşten nasibi aldı. 196 rektörden 68’in hiç uluslararası yayını, 71’in ise hiç uluslararası atfı yok. Bu hocaların yönettiği üniversiteler modern dünyayla yarışabilir mi? Ne yazık ki hayır. 2016’da ilk 500’de 4 Türk üniversitesi vardı. Bugün ise tümüyle liste dışı kaldık. Başta Boğaziçi olmak üzere, Koç, Sabancı, Bilkent, ODTÜ, İTÜ ve Hacettepe gibi belli başlı üniversitelerimiz sürekli bir şekilde irtifa kaybediyor. Kayyım rektörler üniversitelerin üzerinden silindir gibi geçti.” İfadelerini kullandı.

“REKTÖR CANI İSTEDİĞİNDE İLANA ÇIKIYOR”

Akademisyenlerin de mobbing gördüğünü iddia eden Yüceer, açıklamasını şu sözlerle sürdürdü: “Öncelikle kadro atamasıyla ilgili süre sınırı yok. Bu boşluk rektörlerin öğretim üyelerine yaptığı baskı ve mobbingin ana nedeni. Rektör canı istediğinde ilana çıkıyor. Bazen hiç çıkmıyor. Binlerce öğretim elemanı yıllarca ve çaresizce rektörünün keyfi iradesinin kendi lehlerine dönmesini beklemekte. İkinci mesele gereksiz bürokrasi. Akademide bazı kadrolar unvana bağlı. Mesela doçentlik. Bir öğretim elamanının doçent olabilmesi için yayınlarının belli bir sayı ve derinliğe ulaşması ve bu durumun en az 5 Profesör tarafından onaylanması gerekir. Ama ne gariptir ki, siz doçent unvanını alsanız da rektörlük sizi yine de doçent kadrosuna atamayabilir.

Türk üniversitelerinde böyle binlerce unvanı olup da kadrosu olmayan mağdur akademisyen var. Üçüncü sorun özel şart. Adrese teslim kadrolar özel şartın sonucu. Üniversite ilana çıkıyor. İsmi önceden belli kişiyi almak için o kadar çok şart sayıyor ki, ilan eden kadroya başka hiç kimse başvurmuyor. Bu boşluk yüzünden üniversiteler torpilin en çok döndüğü kurumlara dönüştü. Üstelik gözünü karartmış durumda rektörler. Oğlunu, kızını, damadını kadroya alan rektörler var. Hiçbir şey olmuyor bu yöneticilere. Çünkü sistem böyle. Damadını bakan yapan cumhurbaşkanı varken damadını asistan yapan rektöre kim ne diyebilir ki? Dördüncü önemli sorun kadınlarla, yani toplumsal cinsiyetle ilgili. Üniversitelerde kadınlara değil, erkeklere pozitif ayrımcılık yapılıyor. Unvan yükseldikçe kadınlar yerini erkeklere bırakmakta. Araştırma görevlisi ve öğretim görevlisi gibi nispeten alt düzey kadrolarda yüzde 50 üstünde olan kadın akademisyen oranı doktor öğretim üyesinde yüzde 45,6, doçentlikte yüzde 40,1, profesörlükte ise yüzde 32,4’e düşmekte. Kadın idareci oranı ise çok daha kötü. Dekanların yüzde 17,9’u, rektörlerin ise sadece yüzde 8,7’si kadın. Üniversitelerde bile kadınlar dışlanıyor. İşin özeti bu.

Son olarak vakıf üniversitelerine değinilebilir. Vakıf üniversitelerindeki öğretim elemanı maaşlarını devlet üniversitesindeki akranlarıyla eşitleyen bir kanunumuz var. Ama uygulamıyor bu kanunu rektörler. Düşebiliyor musunuz, devletin kanunları vakıf üniversitelerinde ciddiye alınmıyor. Peki, ne yapıyor YÖK bu durum karşısında? Hiçbir şey. Ne bir rektör görevden alınıyor ne de doğru dürüst bir denetim var. Akademisyenlere reva görülen bu zulmün bitmesini istiyoruz. Dün olduğu gibi bugün de liyakati esas alan demokratik üniversite Türk toplumunun vazgeçilmez ülküsüdür.”