Öğretmenler, eğitim sisteminin en temel öğesidir. Bir ülkenin kalkınmasında, nitelikli insan gücünün yetiştirilmesinde, toplumsal huzur ve sosyal barışın sağlanmasında, bireylerin sosyalleşmesi ve toplumsal hayata hazırlanmasında, toplumun kültür ve değerlerinin genç kuşaklara aktarılmasında öğretmenler başrol oynamaktadırlar (Çelikten, Şanal ve Yeni, 2005). Diğer bir deyişle, bireyleri sosyalleştirmesinin yanında ülkenin sahip olduğu nüfusu insan kaynağına dönüştürme mekanizması olan eğitimin en temel unsuru öğretmenlerdir. Nesil yetiştirme ve toplumu inşa etme görevinin verildiği öğretmenlerimiz meslek hayatlarında birçok zorlukla karşılaşmaktadırlar.

Ben bu yazımda öğretmenlerimizin mesleklerinde karşılaştıkları türlü zorlukları uzun uzun anlatmayacağım. Bu ayrı bir makale konusudur. Bu yazımızda öğretmenlerimizi üzen yorum ve söylemlere yer vermek istiyorum. Öncelikle toplumun vicdanında öğretmenleri en çok rahatsız eden ve üzen şu yorumlara değinelim. 3 ay tatil yapıyorlar, tatilde bile maaş alıyorlar, hafta sonu tatil, on beş tatil, kar yağdı tatil, tatil, tatil, tatil… Şunu düzeltmeliyim ki öğretmenlerin yaz tatilleri 2 aydır, ayrıca alınan maaşla ilgili de konuşmayı çok istiyorum ama yine bu yazımda detaylara, ülkeler arasındaki istatistiklere girmeyeceğim. Bu da ayrı bir yazının konusudur.

Bir diğer nokta ise yarım gün çalışıyorlar, git anlat dersini gel. Oh mis. Öğretmenin çalışma saati yedi gün, yirmi dört saattir. Öğretmenin okul dışındaki vakitlerinde de sohbetlerinin içeriği çoğunlukla eğitimdir, öğrencileridir. Bu noktada şu kısa anımı da paylaşmak istiyorum. İki öğretmen aile pikniğe gitmiştir. Bayan öğretmenler farklı okullarda çalışan sınıf öğretmenleri. Erkekler ise aynı okulda çalışan iki farklı dersin branş öğretmeni. Piknikte bayan öğretmenler arası sohbet “Sen hangi harfe geçtin, ikinci harf grubun ne zaman bitiyor? Geriden gelen kaç öğrencin var? Şu harfi nasıl öğrettin? vb.” şeklinde, erkek öğretmenler arası sohbet ise “7. sınıflarda bir çocuk vardı, o çocuk geçen sene çok başarılıydı, annesi babası boşanmış bu yüzden bu sene dersleri çok düştü çocuğun.” şeklinde geçmektedir. Öğretmen yeri geldiğinde rüyasında bile öğrencisini görür.  Her meslek mensuplarında olduğu gibi tabii ki öğretmen camiamızda da tam anlamıyla mesleğinin yükünü henüz idrak edememiş istisnalar vardır, olacaktır ancak ülkesini seven her vatandaşa düşen iyi örneklerin çokluğunu görmek ve öğretmenleri şüphesiz yüceltmektir.  

Şunu da hemen söylemeliyim ki öğretmen yeri geldiğinde kendi evladından önce öğrencisini düşünür çünkü bilir ki o bir öğretmendir ve öğrencisinden sorumludur. Ülkemizde yaşanan depremlerde hem duyduğum hem de bire bir şahit olduğum ve eminim ki sizlerin de şahit olduğunuz kendi çocuğunu aramayıp öncelikle öğrencilerini okuldan dışarı çıkarmaya çalışan, öğrencilerinin ailelerine ulaşmaya çalışan öğretmenler olmuştur. Öğretmenlik yaptığım Tekirdağ ilinde de geçtiğimiz dönem deprem olmuştu. Bir öğretmen arkadaşım öncelikle öğrencilerini sınıflarından dışarıya çıkarmış ve depremden dakikalar geçtikten sonra benim okulumda okuyan öğrencisi hakkında bilgi almak için benimle iletişime geçmişti. O ve onun gibi birçok öğretmenimiz kendisinin ve aile üyelerinin canı için sınıfını, çocuklarını terk etmemiştir, edemez de çünkü bu mesleğin hamurunda “öğretmenlik vicdanı” vardır.

Biliyorsunuz ki şu an tüm dünya pandemi etkisinde. Bu bir küresel sorun. Ülkemize ve ülkemiz öğretmenlerine özgü bir durum da değil. Yine bu dönemde öğretmenlere, öğretmenlerin aldıkları maaşa ve ek derse dil uzatanları duyuyoruz. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki öğretmenlere ödenen maaş ve ek ders öğretmenin yasal hakkıdır. Yapılan toplu sözleşmede geçen madde gereği bu ödemelerin yapılması yasal bir zorunluluktur. Ayrıca öğretmenlerimizin pandemi sürecinde çok daha fazla çaba harcadığını, öğrencilerini eğitim sürecinden koparmamak için canla başla mücadele ettiklerini görmezden gelmek nankörlüktür. Öğretmenler gerek telefonları üzerinden ödevlendirmeler yaparak, öğrencileriyle telefonla konuşarak, uzaktan eğitimde canlı dersler yaparak sürekli öğrencilerinin yanında olmuşlardır. Bunun dışında da salgın sürecinde gerek VEFA gruplarında gerekse iş yerlerinin denetim ve kontrollerinin yapılması gibi meslek dışı görevlerde yer almışlar, almaya da devam etmektedirler. Tüm bu görevleri üstlenen, devletinin hizmetinde olan öğretmenler her zaman olduğu gibi bugün de yarın da devletin hizmetinde olacaktır. Devletin verdiği görevleri yerine getirecek, devlet; okullar açılacak ve yüz yüze eğitim yapılacak derse bunu yapacak, uzaktan eğitimle canlı ders yapılacak derse bunu yapacaktır. Bu vesileyle özellikle de unvanının başında öğretmenlikle, eğitimle ilgili sıfatlar bulunan kişilerin “tamamen ticari kaygılarıyla” hareket edip öğretmenlere ve öğretmenlik mesleğine yönelik kabul edilemez safsata söylemlerini kınıyorum.

Öğretmenlerimizin mesleki yaşamlarında birçok alanda karşılaştıkları güçlükleri ve bu mesleğin zorluklarını her ne kadar bu yazımda dile getirmesem de salgın sürecinde velilerimizin bu güçlüğü ve zorlukları çok daha iyi anladıklarını hem kişisel olarak düşünüyorum hem de bu düşüncemde haklı olduğumu herkesin gördüğü gibi ben de görüyorum, duyuyorum. Velilerimizin yeri geldiğinde bir çocuğuyla baş edemediklerini çokça duyarız. Öğretmenin ise sınıf ortamında 30 öğrenciyle aynı anda uğraştığını ve temel görevinin de bu öğrencileri sınıf içinde sessiz tutmak değil üstüne bu öğrencilere bir şeyler öğretmek olduğunu düşündüğümüzde mesleki yükün ve sorumluluğun ne denli büyük olduğu anlaşılır diye düşünüyorum. Sırada oturan her bir öğrencinin, toplumun geleceğini oluşturacak bireyler olduğunu düşünecek olursak ayrıca her öğrenciden de haklı olarak her ailenin beklentisinin olduğunu varsayarsak öğretmenliğin önemini ve güçlüğünü tahmin etmek zor olmaz.

Eğitimde özellikle geçmişte söylenen “Eti senin kemiği benim.” sözü vardır. Bu söz için, deyimler sözlüğüne bakıyoruz. “Eğitmek, öğretmek için istediğin gibi dövebilirsin.” yazıyor. Zahirî anlam olarak el-cevap doğrudur. Fakat acaba bu sözle sadece bu mu kastedilmiştir? Tabii ki hayır. Söze daha dikkatli bakınca kemiğin bedeni, etin ruhu simgelediği anlaşılır. “ Yani bu çocuk beden olarak benimdir ama ey Hoca, ruhu senindir. Sen bu ruha istediğin şekli ver, istediğin karakterde bir insan meydana getir.” demektir. Demek ki toplumlar üzerinde peygamberlerin, velilerin icra ettiği eğitmek, ıslah etmek, doğru yolu göstermek fonksiyonunu, ferde mahsus olmak üzere sadece öğretmene vermişiz. Öğretmen kelimesinin kökü olan “ög” kavramının anlamı da budur. Görülüyor ki, yükün büyük, yükün kutsal öğretmenim; fakat gam değil. Mevkiinin idrakiyle mütenasip olarak sen de yücesin zaten. Kim ne derse desin, ne söylerse söylesin. Fatih Sultan Mehmetleri, Gazi Mustafa Kemalleri, Aziz Sancarları, Ömer Halisdemirleri ve nicesini yetiştiren bu kutsal peygamberlik mesleğini gururla taşıyan her bir öğretmen arkadaşıma selam olsun.

Son söz olarak da şehit kanlarımızla sulanmış al bayrak altında cennet vatanımda görev yapan vatansever öğretmenlerimiz yattığı yerden maaş almayı hiçbir zaman istememiş, kabul etmemiş, yatmaya da alışmamıştır. Her daim çalışmaya ve devletine hizmet etmeye hazırdır. Yeri geldiğinde vatanı için şehadet şerbeti de içmiştir. Canlarını bu ülke için feda etmiş ve toprağın kara bağrında “yatan(!)” tüm şehit öğretmenlerimizin de ruhuna Fâtiha. Mekanınız cennet, ruhunuz şad olsun öğretmenlerim.

Erkin SAÇAR

Eğitimci Yazar / Türkçe Öğretmeni