Kapaklı Gazetesi -Kapaklı İlçe Müftüsü İsa Aktaş, Mevlid Kandili münasebetiyle bir makale yayımladı. Yayımladığı makalede kandil gecesinin önemine değinen Aktaş, ‘’Mevlid, toplumsal bir coşkunun, Hz. Peygamber sevgisinin ve ona bağlılığın hissedilmesi, yaşanması ve dışa vurulması demektir.’’ dedi.

Kapaklı İlçe Müftüsü İsa Aktaş, Mevlid Kandili dolayısıyla bir makale yayımladı. Yayımlanan makalede ayetlere, hadislere ve dini hikayelere yer veren Aktaş, şu ifadeleri kullandı;

‘’Dünyada huzur, adalet, emniyet kalmamış, sosyal hayat bozulmuştu. Adeta insanlık kaybolmuş, ahlaken tefessüh etmiş ve barbarlık yeryüzünü kaplamıştı. Sefalet, fitne ve fesat her tarafı kasıp kavuruyordu. Hak, güçlü ve kuvvetlinin yanındaydı. Kalplerde merhamet kalmamıştı. Kadın insan yerine konulmuyor, mal gibi alınıp satılıyordu.

Miladi altıncı asırda, dünyada bunlar olurken Arabistan’da da durum çok farklı değildi. Bu durumu Hz. Ömer’den nakledilen şu hikâye çok güzel açıklamaktadır. Halife Hz. Ömer diyor ki: “Cahiliyet devrindeyken yaptığımız iki iş vardı ki, onlar hatırıma geldikçe birine ağlarım, diğerine ise gülerim. Beni ağlatan o acı hadise şudur: masum olan kız evlatlarımızı diri diri toprağa gömerdik de, üzülmezdik. Onu hatırladıkça yüreğim sızlar, ciğerim parçalanır, ağlarım. Beni gülmeye sevk eden şey ise şudur: yine cahiliyet devrinde evlerimizde putlarımız bulunurdu. Bir sefere çıkacağımız zaman yanımızda bulunmak üzere undan, helvadan o putların bir benzerini yapardık. Yolculuğumuz esnasında onlara tapardık. Sonra yolda aç kalınca o helvadan yaptığımız putları yerdik. Bundan daha komik bir şey var mıdır? Bunu hatırladıkça da ne kadar akılsızca işler yaptığımıza gülmekten kendimi alamam.”

İşte cahiliyet devrindeki Arapların durumu böyleydi. Hâsılı, yer küre karanlık ve karışık bir halde idi. Tevrat ve İncil tahrif edilmiş, Yahudilik ve Hıristiyanlık insanlara çare olamıyordu. Kâbe putlarla doluydu. İnsanlığı ıslah edecek, mevcut kokuşmuşluğu giderecek yeni bir peygambere ihtiyaç vardı. O, ahir zaman peygamberi olacaktı. Fil yılında, tarihler 20 Nisan 571’i gösterdiğinde; Rebiü’l-Evvel ayının on ikinci günü pazartesi sabahı, henüz şafak ağardığı zaman âlemler nur ile doldu; şehirlerin anası olan Mekke’de, insanlığın dört gözle beklediği, Yahudi ve Hıristiyanların müjdelemiş olduğu Peygamber, “Dürr-i Yetim” olan, Hz. Muhammed (s.a.v.) dünyaya teşrif eyledi. Süleyman Çelebi, Mevlid’inde bunu ne güzel anlatır:

‘’Âmine hatun Muhammed anesi,
Ol sadeften doğdu ol dür danesi.(inci tanesi)
Geldi bir ak kuş kanadıyla revan, Arkamı sığadı kuvvetle heman.
Doğdu ol saatte ol sultan-ı Din (Dinin sultanı)
Nura gark oldu semavat-ü zemin.

“Âmine validemiz, hiçbir zahmet çekmeden, sünnetli olarak dünyaya getirdiği bu nur topu gibi çocuğu Abdü’l-Muttalip’e müjdeleyince, dedesi olması cihetiyle çok sevindi. Ona “Muhammed” adını koydu ve bir ziyafet verdi. Kureyşliler çocuğa ne ad koydun diye sorunca, O da: Muhammed, dedi. Onlar:

- Ecdadında böyle ad yoktur, bu ismi koymandan maksadın nedir? dediler.
- Umarım ki, Onu gökte Hak, yerde halk pek çok medh ü sena edecektir, diye cevap verdi.

Millet olarak, hep bitlikte Mevlid-i Nebi Haftasını idrak edeceğiz, kutlayacağız. Mevlid, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in doğum zamanı demektir. Hz. Peygamberin doğumunu anma ve kutlama törenleri, Fatımiler döneminde başlatılmıştır. Ecdadımız mevlid törenlerine ayrı bir önem vermiş, görkemli bir şekilde kutlamışlardır. Mevlid okuma ve okutma işinin; dini bir gereklilik gibi farz, vacip veya mendup olarak algılanmadığı veya ona ibadet şeklinde bir muhteva yüklenmediği takdirde, dinen bir sakıncası yoktur. Eğer mevlid, dini bir gereklilik gibi okutulur ve algılanırsa caiz olmaz, bid’at olur. Ayrıca, ölen bir kişinin yedinci ve kırkıncı gecesinde veya sene-i devriyesinde mevlid okutmakta doğru değildir, bid’atdır.

Oysa mevlid, toplumsal bir coşkunun, Hz. Peygamber sevgisinin ve ona bağlılığın hissedilmesi, yaşanması ve dışa vurulması demektir. Bu nedenle mevlid ile Kur’an okumayı ve namaz kılmayı mukayese etmek doğru değildir. Elbette ki, Kur’an okumak ve namaz kılmak daha sevap ve faziletli bir davranıştır. Ancak önemli olan, mevlid okutma ve türbe ziyareti gibi geleneksel törenlerin, asli ibadetlerle karıştırılmaması ve kişilerin, namaz, oruç, Kur’an okuma, infak ve yardım gibi dini yükümlülüklerinin esas olduğunun bilinmesidir.

Biz Milletimizle birlikte, her sene Mevlid-i Nebi Haftasında âlemlere rahmet olarak gönderilen, fahr-i alem efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.)’ i anmak ve anlamak için programlar yapıyor, konferanslar düzenliyoruz. Gerçi bu etkinlikleri, gün boyu veya birkaç güne yaymak suretiyle, büyük salonlarda, statlarda veya mesire yerlerinde düzenleyerek; Dini ve meşru ölçüler içerisinde bir şenlik havasında, konferanslarla, panellerle, ilahilerle, çeşitli yarışmalarla, ödüllerle ve benzeri programlarla kutlamanın daha doğru ve faydalı olacağına inanıyorum.

Peygamber Efendimizin ölüm yıl dönümleriyle ilgili ise, herhangi bir merasim yapılmamaktadır. Çünkü peygamberler diridirler ve gönlümüzde yaşarlar; sanki hep hayatta, aramızda yaşıyor gibi Mevlidini, doğumunu kutluyoruz. Kendisi ceseden aramızda değilse bile, mübarek sözleri, hadisleri kitaplarımızda mevcuttur. Bizlere düşen Peygamberimizin hayatını ve sünnetini öğrenmek, çocuklarımıza öğretmek ve Müslümanlar olarak İslami, Kur’an ve sünnetin ışığında anlamak ve yaşamaktır.

Rabbimiz Kur’an’da şöyle buyuruyor: ”Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salevat getirirler. Ey müminler! Siz de O’na salevat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.’’

‘’Şüphesiz Allah ve Resulünü incitenlere, Allah dünyada ve ahirette lanet etmiş ve onlar için horlayıcı bir azap hazırlamıştır.”(Ahzab 56-57)

Allah’ın Peygambere salat etmesi; rahmet etmesi ve şanını yüceltmesi demektir. Meleklerin salat etmesi, peygamberin şanını yüceltmek ve müminlere bağış dilemek anlamınadır. Müminlerin salatı ise dua anlamınadır. Allah müminlere, peygamberlerine salat ve selam getirmelerini emretmekte ve O’na saygı göstermelerini istemektedir. “Allahümme salli ala Muhammedin” demek salât, “Esselamü aleyke Ya Resulallah” demek selamdır. Peygamberimizden nakledilen çok salevati şerife vardır. Namazlardaki son oturuşta, okumuş olduğumuz salli ve barik duaları bunların en önemlilerindendir. Peygamber Efendimize mümkün olduğu kadar, çok salat ve selam getirmek, O’nun sevgisini celp eder, şefaatine sebep olur ve cennette komşuluğunu kazanmamıza vesile olur.

Hadiste, Peygamberimiz: ”Burnu sürtülsün! Burnu sürtülsün! Burnu sürtülsün!” (Yazıklar olsun, işleri rast gitmesin, iki yakası bir araya gelmesin) diye serzenişte bulunmuş, kimin Ya Resülallah diye sorulduğunda:”Yanında ismim anılıp da, bana salatü selam getirmeyen kimsenin.” diye cevap vermiştir. Diğer bir hadiste ise:’’ Cebrail’in: ‘’Senin ismin yanında anılıp da, sana salatü selam getirmeyen kişi, Allah’ın rahmetinden uzak olsun’ ’ikazına karşılık, Peygamberimiz: ‘amin ’diyerek mukabele etmiştir. Resulüllah’ın doğumu ve peygamber olarak gönderilmesi bizler için büyük bir lütuftur; Kur’an’da şöyle buyurulmuştur:’’Andolsun, Allah, müminlere kendi içlerinden; onlara ayetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur.’’ (Al-i İmran 164)

Sevgili Peygamberimize itaat etmek, O’na tabi olmak ve O’nu örnek almanın gereğiyle ilgili olarak Kur’an’ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:

‘’Kim Resul’e itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.’’(Nisa 80)

‘’Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının.’’(Haşr 7)

‘’(Resulüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.’’(Al-i İmran 31)

‘’Andolsun, Allah’ın Resulünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.’’(Ahzab 21)

‘’O’nun (Peygamberin) emrine muhalefet edenler, başlarına bir belanın gelmesinden veya elem dolu bir azaba uğramaktan sakınsınlar.’’(Nur 63)

Konuyla ilgili Hadislerde de şöyle buyurulmaktadır:

‘’Size herhangi bir şeyi yasaklamışsam ondan kesinlikle uzak durunuz. Bir şeyi de emretmişsem gücünüz yettiği ölçüde onu yerine getiriniz.’’(Buhari, Müslim)

‘’Benim sünnetimden ve hidayete nail olan Hülefa-i Raşidin’nin yolundan ayrılmayınız; ona sımsıkı sarılınız. Dinde ihdas edilmiş bidatlerden sakınınız. Muhakkak her bidat dalalettir (dinin özünden sapmaktır).’’(Ebu Davud, Tirmizi)

‘’Bütün ümmetim cennete girerler; yalnız istemeyenler hariç.

-Ya Resulellah, kim istemez? denildi.
- Bana itaat eden cennete girer; dinlemeyen cenneti istememiş demektir, buyurdu.’’(Buhari)

Yazımızı Mehmet Akif’in şiiriyle bitirelim:

“ Dünya neye sahipse, onun vergisidir hep;
Medyun Ona cemiyyeti, medyun Ona ferdi.
Medyundur O masuma bütün bir beşeriyyet…
Ya Rab, bizi mahşerde bu ikrar ile haşret.”
“Elfü elfi salatin ve elfü elfi selamin aleyke Ya Resulallah”
“Sana binlerce salatü selam olsun Ey Allah’ın Resulü’’…

Mevlid-i Nebi Haftanız mübarek olsun.’’