Urfalı olduğum için çiğ köfteyi anlatmamak olmaz “Bizim memlekette çiğköfte diye bir keyif var. Çiğköfteyi acı sosa bandırırız, marula döşeriz,  bol bol limon sıkarız, üstünde nar ekşisini gezdiririz, varsa bahdeniz,frenk,nanefalan onları da yanına yatırırız. Sonra o marulu itina ile sarıp dürüm yaparız. Tam ağzımıza atacakken tekrar arasını açarız, çiğköfteyi şefkatle kokladıktan sonra biraz daha nar ekşisi döker, kıtır marul dürümünü tekrar sararız. En sonunda da o güzelim dürümü çıtır çıtır ama usulca, tadını ala ala, alttan suyunu akıta akıta afiyetle yeriz.

Saygıdeğer okurlar, çiğköftenin tarihçesine girmeden önce ailemden sevdiğim iki insandan bahsetmek istedim. Dedem Hasan Tahsin GÖMÜK ve eniştem Eyyüp MAHMUTOĞLU aynı kaderi paylaşan emekli öğretmenler, kendilerini rahmetle anıyorum. Biraraya geldilermi gecenin ilerleyen saatlerin de  çiğköfte olsada yesek derlerdi, onlar için olsa demek yapılacak anlamıydı. Tabi bu zahmeti çeken bir kurban lazımdı, oda vefakar en sevdiğim Hatice halamdı.Gece uykusundan uyandırılır çiğköfte yapsın diye, birgünisyan ettiğini ne duydum ne gördüm Allah kendisine uzun ömürler versin. 

Çiğköftenin doğuşu ile ilgili bilinen üç rivayet var:

Hz. İbrahim (AS), vaktiyle Kommagene topraklarında doğmuş yaşamış ve Nemrut tarafından ateşe atılmıştır. Allah'ın emri ile ateş su olmuş Hz. İbrahim'i yakmamıştır. Hz. İbrahim'in doğduğu mağara ve ateşe atıldığı yerde oluşan Balıklı göl binlerce ziyaretçi tarafından ziyaret edilmektedir. İşte çiğköftenin doğuş öyküsü, Hz. İbrahim dönemine dayandırılmaktadır.

Hz. İbrahim, devrin kralı Nemrut'un putlarını kırarak Allah'ın varlığına inanmaya davet edince Nemrut öfkelenir ve Hz. İbrahim'in ateşe atılmasını emreder. Böylece büyük bir ateş yakmak üzere yöredeki bütün odunlar toplanır. Nemrut evlerde ateş yakmayı da yasaklar. Halk ateş yakmadan nasıl yemek yapacağını düşünür durur. İşte bu günlerde bir avcı, avladığı ceylanı eve getirerek hanımından yemek yapmasını ister. Hanım evde odun bulunmadığını söyler. Çevrede toplanacak bir tek dal odun dahi kalmamıştır. Avcı, çoluk çocuğun aç kalmaması için hanımından bir çare bulmasını ister. Bunun üzerine kadın, ceylanın budundan yağsız et çıkararak bir taş üzerinde başka bir taşla döverek ezmeye başlar. Sonra ezilmiş eti bulgur, biber ve tuzla karıştırarak yoğurur. Böylece o leziz ve tadına doyulmaz "çiğköfte" meydana gelir.

Bir başka rivayete göre… Nemrut, Hz. İbrahim'e ve ona inanlara zulmettiği dönemde Hz. İbrahim Allah'a iman eden müminlerin zarar görmemesi için müminlere sürülerini alıp dağlara gitmelerini emretti. Müminlere saklaması kolay ve besleyici değeri yüksek olan bulguru yanlarına almalarını tavsiye etti. Sürüleri ile dağa çıkan müminler yerleri belli olmasın diye ateş yakmadılar. Kestikleri hayvanları ise yüzyıllardır süre gelen Hanefi usullere uygun olarak kaya tuzu içinde kuruttular. Kuruyan etleri uzun süre saklayabildiler. Ve tahta tokmaklarla döverek içindeki yağ ve sinirleri ayrıştırdılar. Bu işlenen kuru eti Hz. İbrahim'in tavsiyesine uygun olarak tabiattaki beş baharat ve bulgur ile yoğurmak sureti ile günümüzde bilinen çiğköfteyi yapmışlardır.

Bir başka rivayete göre ise…

Nemrud zulmü ile çevresine korku ve dehşet saçmaktadır. Bu dönemde din adamlarına bir gece gördüğü rüyayı yorumlatır. Doğacak çocuklardan birisi onu öldürecektir. Bunu duyan Nemrut o yıl doğacak bütün çocukların öldürülmesini emreder.

İbrahim Peygamber’in annesi Sara Hatun kaçarak bir mağaraya gizlenir. Çocuğu bu mağarada doğurur, dallardan bir beşik yapar, çocuğu burada bırakıp tekrar döner. Çocuğu bir dişi ceylan emzirir. Aradan zaman geçer, askerler İbrahim Peygamber’i mağarada bulurlar. Nemrut’un huzuruna getirirler. Hiç çocuğu olmayan Nemrut ondan hoşlanır ve İbrahim Peygamber’i yanına alıp büyütür. Nemrud’un zulmü, haksızlığı ve putlara tapışı, halkında putlara tapmaya zorlanışını gören İbrahim Peygamber insanların kendi elleri ile yaptıkları bu putların Allah olmadığını söyler. Halka bu düşüncelerini anlatır. Halk korkudan ağzını açamaz. Nemrut’un evlat edindiği Zeliha ona inanır ama Nemrut’tan o da çok korkar. Hz. İbrahim ile Zeliha arasında bir sevgi bağı oluşur. Bir tören günü herkesin törene gittiği an Hz İbrahim sarayın putlar bölümüne girer. Bir baltayla bütün putları parçalar, baltayı da en büyük putun üstüne asar. Törenden dönenler endişeye kapılırlar. Nemrud’a haber verirler. Rahipler bunu Hz. İbrahim’in yapabileceğini öne sürer. Nemrud bir kurulla onu yargılar. Hz. İbrahim: “Görüyorsunuz ya işte balta büyük putun omuzunda. Balta kimdeyse bu işi o yapmıştır.” Der. Öfkelenen Nemrud: “Bir taş parçası baltayı eline alıp bu işi nasıl yapar?” diye haykırınca Hz. İbrahim: “İşte benim anlatmak istediğim de budur. Siz kendi ellerinizle yaptığınız bu taş parçalarından medet umuyor, sizi kötülüklerden korumasını bekliyorsunuz. Tanrı diye ona tapıyor, adak adıyor, başınız daralınca ona koşuyorsunuz. Bu gerçekten tanrı ise neden diğerlerini kırmasın!” deyince şaşkınlık geçiren Nemrut ve çevresindekiler İbrahim’in üzerine yürürler. Nemrut, Hz. İbrahim’in yakılmasını emreder. Her taraftan toplanan odunlar Halilürrahman Gölü’nün bulunduğu yerde yığılır. Odunlarla kocaman bir dağ meydana getirilir. Nemrut’un kalesinin kuzeyinde iki büyük sütun yaptırılır. (Urfa Kalesi’ndeki sütunlar (Bir sütunu ancak 7 kisisarabilmektedir). İbrahim Peygamber’in (AS) bu sütunlar arasına gerilerek halatla ateşe fırlatılması düşünülür. Zeliha gece gündüz babasına yalvarır ama Nemrud’un yüreği yumuşamaz.

İbrahim (AS) sütunlar arasına gerilen halattan ateşe fırlatılır. Odun yığınlarının ortasına düşer düşmez ateş yerine burası bir göl olur. Atılan odunlar balığa dönüşür. Hemen yanı başında küçük bir göl daha vardır. Balıklar yandıkları için üzerinde kara lekeler bulunur. Göle Halilürrahman Gölü adı verilir. Zeliha’nın gözyaşlarından oluşan küçük göle de Zeliha’nın gözyaşları anlamına gelen Aynızeliha adı verilmiştir.

Halk inanışında göl veya göldeki balıklar kutsal sayılmaktadır. Bu balıklara dokunanların öleceği ya da başına bir bela geleceğine inanılır.