17-25 Aralık 2013 Olayları, bu ülkenin siyasi tarihine kara leke olarak geçmiştir.

17-25 Aralık’ta neler olmuştu, kısaca hatırlayalım:

FETÖ’den FETÖ diye değil de “the Cemaat” diye bahsedildiği, başka deyişle FETÖ’den hâlâ çekinildiği zamanlarda, gözü dönmüş bir yargı darbesiyle karşılaştık.

17 Aralık 2013 günü, eski cumhuriyet savcıları Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç'in talimatıyla birçok kişinin gözaltına alındığı büyük bir operasyon başlatıldı. Gözaltına alınan kişilere rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık gibi suçlamalarının yöneltildiği operasyonu İstanbul’un FETÖ’cü Cumhuriyet Başsavcı vekili Zekeriya Öz koordine ediyordu. O dönemdeki İçişleri Bakanı Muammer Güler'in oğlu Barış Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın oğlu Salih Kaan Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın oğlu Abdullah Oğuz Bayraktar, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan, işadamları Ali Ağaoğlu, Rıza Sarraf ve Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir'in de aralarında bulunduğu 89 kişi gözaltına alındı.

25 Aralık 2013 günü, dönemin FETÖ’cü savcısı Muammer Akkaş tarafından yürütülen soruşturmada 96 kişiye yöneltilen suçlamalar arasında suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve yönetmek, ihaleye fesat karıştırmak ve rüşvet bulunuyordu. Savcı Akkaş, birçok iş adamının da aralarında olduğu 41 kişilik gözaltı listesi hazırladı, mahkemeden bazı iş adamlarının malvarlığına el koyma kararı çıkarttı. FETÖ’cü Akkaş, Başbakan Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan için de şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrı evrakı hazırladı. Ancak Emniyet, FETÖ’cü savcının talimatlarını yerine getirmedi.

Süreç içinde yargı darbesine adı karışan tüm hâkim ve savcılar ile emniyet mensuplarının FETÖ iltisakı ispatlandı ve hemen hepsi kulaklarından tutulup kapı dışarı edildiler. Çoğu hakkında adli takibat başlatıldı. Hatta bazıları firar edip soluğu terörün beşiği ABD’de aldılar.

Yine bu süreçte yargıyı FETÖ’den temizlemek için çabalar arttı. Yargıda FETÖ lehine olan mevcut tabloyu değiştirmek için yasal çalışmalara hız verildi.

Bütün bunlar olup biterken iç ve dış basında –ki biz platform olarak bunların yekününe mason medya diyoruz- seçilmiş hükûmet aleyhine kara propaganda ve çok kirli bir dezenformasyon seferberliği başlatıldı. Sayın Cumhurbaşkanımız ile oğlu Bilal Erdoğan arasında geçtiği varsayılan montaj videolar ve benzeri tüm uyduruk deliller basına servis edildi. Anamuhalefet partisi ile diğer partilerin hemen hemen hepsi, basına servis edilen montaj ve dublajlar üzerinden hükûmeti yaylım ateşine tuttu.

Pekâlâ o günden bugüne neler değişti? Değerli dostlar, herkes şunu gördü: 17-25 Aralık 2013 Vakası, Mayıs 2013’de patlak veren Gezi Olaylarının ileri bir versiyonu olduğu gibi 15 Temmuz Darbe Girişiminin de öncülü olan bir kumpastı ve seçilmiş hükûmeti devirmeye yönelik olması hasebiyle apaçık bir darbeydi. Maalesef halkın büyük kesimi bunu kavramakta gecikti, güçlük çekti; ama kavradığı zaman da 17-25 Aralık’taki haksız eleştirilerinden dolayı kendinden utandı. Durum bundan ibarettir.

O halde FETÖ darbeleri sürecinden alnının akıyla çıkan, mason medya başta olmak üzere bozguncuların şerrinden korkmayan hükûmeti tebrik etmek gerekmez mi? Başkan ERDOĞAN’ın sağlam duruşu ‘dirayet’ değil de nedir?

Aralık 2018’deyiz. Aradan 5 yıl geçmiş. Ama nasıl bir 5 yıl? İçten dıştan tüm düşmanların hücum ettiği, melek yüzlü diye lanse edilen FETÖ’cülerin Filistinlileri bombalayan Yahudi askerleri gibi milleti bombaladığı, ekonominin sallanması için her türlü operasyonun sergilendiği, ne kadar terör örgütü varsa üzerimize saldırtıldığı bir 5 yıl yaşadık. Gerçekten de heyecan dolu, adrenalin dolu, mücadele dolu yıllar…

Şimdiden sonra ise en azından 2023’e kadarki kısa süreç içinde çok fazla şeyin değişeceğini sanmıyorum. Çünkü hızını ve hıncını alamayan siyonist şebeke, her türlü teşebbüste bulunmaya devam edecektir. Ancak milletimiz artık iyice şuurlandı; tabiri caizse mikroplara karşı bağışıklık kazandı. Ölmedik, bilakis güçlendik. Ülkemizin Suriye’ye ya da Libya’ya dönmesi için elinden geleni ardına koymayanlar bile bizi takdir etmeye başladı. Merkel’i, Makron’u, Yankee’si hizaya geldi.

Bombaların gölgesinde kendimizi muhasebe etme imkânı da bulduk. Dost ve stratejik ülke dediklerimiz, müttefiklerimiz hiç de öyle söylenildiği gibi değildi. Düpedüz kanı bozuk, sütü bozuk, mayası bozuk, soyu sopu bozuk düşman ülkelerdi. Hele ki 15 Temmuz işgal girişimi sürecinde ABD başta olmak üzere NATO ülkelerinin bize karşı olan hasmane tavrını şaşkınlıkla gözlemledik. Ayıdan post gavurdan post olmayacağı ilkesini musibet üstüne musibet yaşayarak pekiştirdik, sağlamasını bile yaptık. Zira nasihatlerden zerre laf anlamıyorduk.

En önemlisi de FETÖ gibi bir mikrop yuvasının kalbine hançeri sapladık. Düşünün ki düne kadar Fetullah Gülen denen teröristbaşına dil uzatmak kimsenin haddine değildi. FETÖ’cü polisler yaka paça alıp götürüyor, FETÖ’cü savcılar hemen işlemi başlatıyor, FETÖ’cü hâkimler jet hızıyla cezayı kesiyordu. Bu büyük değişim; aslında değişimden ziyade silkelenip kendine gelmektir, özüne dönmektir, ayıkmaktır.

17-25 Aralık yargı darbesi girişimi ile diğer tüm darbe girişimlerini ve tabi darbeleri ve darbecileri öfke, nefret ve lanetle anıyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanları bilsinler ki biz artık eski biz değiliz. Biriz, iriyiz ve diriyiz.

Muhammed GÖMÜK

Tay-Der Başkanı

25/12/2018